Yazar Rumuzu: sitare7447
Eser Sıra Numarası: 27012023eser01
Gerçeğin Tekilliğinin İmkansızlığı Üzerine
Benim biricik zavallı yaşamımın absürtlüğü karşısında hayatıma farklı anlamlar yüklemelerimden doğan gerçeklik, o tek tek, sakin sakin nabız gibi atan anlarda, bebeklik fotoğrafımı gösterirken “bu benim “ deyişimde, yetersizliklerimi simgeleştirdiğimde, itkilerimi ve tepkilerimi fark edişimde, geçmiş, gelecek arasında düşünürken şimdiki zamanı kaybedişimde, ya da şimdiki zaman ikisine de eşit olduğunda, “olmaklık” ve “ algılama” kavramının bedenimdeki yerini gözlemenin sonucunda oluşturduğum şey. Herkesin kendisine yarattığı, farklı anlamlar yüklediği şey, bir girdap gibi içinde yüzüp durduğu o şey gerçeğimiz değilse nedir? İşte bu tutsağı olduğum özgürlüğüm, biricik öznel gerçekliğim, dünyayı paylaştığım diğer insanlarla örtüşmediğini gördüğüm ve onların gerçeğiyle karşı karşıya kaldığım zaman, afallar, üşür ve yıkılır mı dersiniz? Ben her gün kendi yarattığım gerçekliğe uyanırken onun yanlışlığını/ yalanlığını nasıl kabullenebilir, ikna olabilirim, ondan şüphe duymaya başladıysam hala benim gerçeğim olduğuna nasıl inanabilmem mümkün olur?
Ben yaşamın absürtlüğü karşısında hayatıma herkesten farklı bir gerçeklik, anlam yükleyen ve her gün bu gerçekliğe uyandığıma inanan bir insan olarak, benim fikirlerime uymayan görüşlerin kanıtlarıyla karşılaşırsam, aslında her insanın seçebileceği gibi iki ihtimalin varlığını düşünürüm. Birincisi psikolojide de yeri olan ve geri tepme etkisi olarak isimlendirilen, , insanlarda kendi fikirlerinin herhangi bir biçimde yanlış olduğunu iddia eden bir bilgiyle karşılaştıkları, kendi gerçeklerine uymayan bir kanıt gördükleri zaman nükseden, o kanıtı reddedip asıl fikirlerine olan desteklerini artırmasına neden olan bilişsel bir önyargı olan tepkiyi verme ihtimalimdir. Kendi fikirlerimde çelişen gerçeklerle karşılaştığım zaman hem kendimi tehdit altında hissediyor oluşum hem de zıt düşünceleri zihnimde olumsuz düşünceler besliyor olmam. Çünkü adı üstünde “ gerçeğin” benim fikirlerimle çelişmesi bana tutarsızlığımı göstereceği gibi aynı zamanda hayatımın, temel gerçeğimin aslında bir yalandan ibaret olduğunu ve yaşam amacımın bir hiçten ibaret olduğunu fark ettirecek olmasının korkusunu da hissettirir. Bu nedenle de ilk muhtemel tepki olarak her insan gibi kendi fikirlerimle çelişen bir gerçeği gizlemek, göz ardı etmek ve yalanlamak isterdim eğer düşünmekten korkan ve gerçekliğin göreceliliğine inanmayan bir insan olsaydım. Ancak insanların çoğunluğu geri tepme etkisi üzere davranacağından bu evrede gördükleri gerçekleri yalanlamayı tercih edeceklerdir. Defalarca kez yalanlanmış olan bu gerçekler de, ilk ihtimal sonucunda savunucularını bulana kadar anlamsızlaşacak ve değersizleşecek, sürüneceklerdir. Ancak en sonunda takipçisini bulduğu zaman gerçek, o da birileri tarafından değer görecek, anlamlı bir felsefeye ve değere sahip olacaktır. Bu durum da dünya üzerinde, gelinen bu çağda binlerce farklı dinin, kültürün, yaşayış ve inanış biçiminin, akımın, en önemlisi felsefenin oluşmasını, hatta bunların bile aralarında sürekli olarak türeme ve ayrılmasını, hepsinin de kendilerine tümden farklı takipçiler bulabilmelerini zorunlu kılmıştır. Görüldüğü üzere gerçeklik, benim de verebileceğim ilk tepki, geri tepme etkisi sonucu bu çağda herkesin dilinden düşürmediği, göreceli, tartışmalı, öksüz bir akım olarak kalmış, nihayetinde o bile kendi gerçekliğini yitirmiştir.
Gerçekliklerin çelişmesi konusuna edebiyatın gölgeliğine sığınmak istersem, burada birçok eserin güveni ve serinliğini de bulurum. Farklı gerçekliğe kapı aralayan eserler okursam, kendi kafamda yarattığım gerçeklikleri sorgulama ve onların ne denli öznel, genel anlamda gerçekliğin ise ne denli göreceli olduğunun farkına varma şansına nail olurum. Bu eserlere örnek olarak Kafka’nın Dönüşüm’ ünü Camus’un Yabancı’ sını, Gogol’un Burun’ unu örnek verebilirim. Daha kapsamlı bir gerçeklik çelişkisi örneği olarak da yine Gogol’un Bir Delinin Hatıra Defteri adlı öyküsünü gösterilebilirim. Hikayeyi başkahramanı, sıradan bir devlet memuru olan Poprişçev’ in günlüğünden görürken okuyucu, yavaş yavaş onun aklını kaybedişine şahit olur. İki köpeğin birbirlerine aşık olduklarına, onların birbirlerine gönderdikleri mektupları keşfettiğine ve kendisinin İspanya’nın krallığının veliahtı olduğuna inanan Poprişçev, akıl hastanesinde alay edilmeye başlandığında bile, bir taçlandırılma töreninde olduğunu ve kral ilan edildiğini zannediyorken, zihninde kendisini kahraman olarak gören Poprişçev’ in gözündeki körlük, öykünün sonunda kalkar ve bir anda kendisini çıplak, korumasız, zavallı ve acınası hisseder. Çünkü kendi zihninde yarattığı gerçeklik toplumun gerçekliği ile uyuşmaz. O da yakınmaya, şikayet etmeye başlar. Yine de öykünün sonunda çareyi kendi gerçekliğe geri dönmekte bulur ve okuyucunun da okurken içine girmiş olduğu gerçeklikten sıyrılırken hissettiği savunmasızlığı yankılayarak bitiriyor. İnsanların çoğu da işte bu Poprişçev misali kendi yaşamlarının koşulları karşısında hayatlarına farklı anlamlar yüklerler ve her gün bu gerçekliğin içerisinde yüzüp dururlarken onlara doğru olduklarına inandıklarını fikirlerini sorgulatacak şeyler rastladığında bocalayacak, devinecek ve yalanını sürdürmeye belki de kişisel onurunu korumak için devam edecektir.
En nihayetinde de yıllar boyunca doğruluğuna inandığım fikirlerimin gerçekle çeliştiğini görür ve Albert Camus’un “İnsan irrasyonel ile karşı karşıyadır” dediği noktaya gelirsem, daha zorlayıcı koşullara sahip ikinci muhtemel yol olarak kendimi her yeni kavradığım gerçekliğin içine bırakır, yeni bir kanıt bulana kadar onun beni büyütmesine, olgunlaştırmasına izin veririm. Bu kendi gerçeğime ulaşma yolculuğunda da Descartes’in mükemmel tekniği “şüpheler metodu” nu kullanırım. Zihnimi çelişen gerçeklerle dolu bir varil olarak düşünürüm, bunun içerisinden çürük elmaları yani hangi fikirlerimin doğru hangilerinin yanlış olduğunu ya da hangilerinin gerçek olup olmadığını ayıklamakla uğraşmak yerine, tüm zihnimi sanki bir varili devirircesine tüm çürük ve sağlam elmalarla birlikte boşaltırım. Yani sahip olduğum tüm fikirlerimi değer ve önemlilik konusunda eşit konuma indirgerim ve daha sonra aralarından hangilerinin sağlam olduğuna karar verir, sepetime şimdi yalnızca onları koyarım. Descartes’in da dediği gibi “. Bazen doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü ayırmak için elma sepeti misali zihnimizi boşaltmalıyız. ” M. Kundera’ nın da bu konuya eklemesiyle ”İnsan tam da gerçeğin kesinliğini sorguladığı ve herkesçe oybirliğiyle kabul edilene inancını kaybettiği zaman birey olur”. İnsan için aslında gerçekliğin göreceliği olduğunu ve kendi gerçeğinin manasızlığını farkına varmak bir son, bitim ya da çöküş değil aksine Camus’un de ayrıca belirttiği gibi “Tersine ancak bir başlangıç olabilir. Bu bütün büyük kafaların, çıkış noktası olarak kabul ettikleri bir gerçektir. Asıl ilginç olan bunu keşfetmek değil de bundan nasıl sonuçlar çıktığı ve nasıl hareket edildiğidir.” Bu nedenle de ben gerçeklikler ikilemini keşfettiğim zaman bu farkındalığın başlangıç noktam olduğunu düşünür, fikirlerimi gerçeğin tekilliğinin imkansızlığına inanarak oluşturur ve tartışmaya açık bırakırım.
Kaynakça
Shatz, Itamar. “Geri Tepme Etkisi: İnsanlar, i̇nançlarıyla Çelişen Gerçekler Karşısında Gerçekleri Kabul Etmek Yerine Neden i̇nançlarına Daha Sıkı Sarılıyor?” Evrim Ağacı, Evrim Ağacı, 29 Mar. 2022, https://evrimagaci.org/geri-tepme-etkisi-insanlar-inanclariyla-celisen-gercekler-karsisinda-gercekleri-kabul-etmek-yerine-neden-inanclarina-daha-siki-sariliyor-10649.
Eren Arcan, [dipnotkitapkulubu@gmail.com]. Leme / Molloy - Malone Lyor - Adlandrlamayan, http://www.dipnotkitap.net/ROMAN/Ucleme_Beckett.htm.