Yazar Rumuzu: hayyam6153
Eser Sıra Numarası: 27022023eser09
Değişimin Doğası
“Fikirlerinizle çelişen bir gerçek , sizin için ne kadar önemlidir?" sorusunun cevabı gerçeğin peşinde olan bir insan için fazlasıyla berraktır. Böyle bir amacı olmayan kişi ise zaten bu söz hakkında pek kafa yorup düşünmemiştir. Eğer ki hakikatin peşinde olan biriysek, kendi fikirlerimiz, fikirlerimizle çelişen gerçeklerin yanında atın nalına sıkışmış bir parça saman gibi kalır. Eğer ortada bir gerçek varsa ve bizim fikirlerimiz bu gerçekle çelişiyorsa dahi bu gerçeği göz ardı edemeyiz. Roma İmparatoru ve aynı zamanda stoacı bir filozof olan Marcus Aurelius bu konu hakkında “Kendime Düşünceler” adlı eserinde şöyle diyor: “Eğer birisi; fikirlerimin ve eylemlerimin yanlış olduğunu kanıtlayarak beni ikna ederse, seve seve değiştiririm onları. Çünkü benim aradığım gerçekliktir ve gerçeklikten kimse zarar görmez yanılgılarında ve bilgisizliklerinde direnenlerden başka.” Marcus Aurelius’un bu sözünde bahsettiği “gerçeklik” kavramı ne anlama gelmektedir? Gerçek nedir? Gerçeklik bizim algılayabileceğimiz bir şey midir yoksa tamamen algılarımızın dışında mıdır? Gerçeği bilebilir miyiz? Protogoras bu konuda: “İnsan her şeyin ölçüsüdür.” demiştir. Pozitivistler bilimsel bilgiyi gerçek olarak kabul etmiştir, sofistler ise gerçeği bilemeyeceğimizi dış dünyanın sadece algılarımızdan ibaret olduğunu söylemiştir. Schopenhauer: “Dünya benim tasavvurumdur.” diyerek sofist bir yaklaşımda bulunmuştur. Bu durumda gerçeği kendimiz belirlemeli bunun için de, bu filozofların da yaptığı gibi “düşünme” eylemini gerçekleştirmeliyiz. Peki bunu nasıl başarabiliriz? Düşünmek ne demektir? Varoluşçu Alman Filozof Martin Heidegger tam da bu isimle yazdığı eserinde şöyle diyor:” En düşündürücü olan, bizim hala düşünmüyor olmamızdır.” Asıl bizi kaygılandırması gereken şey düşünmememizdir. Düşünmek düşünmemekten daha çok kaygıya neden olur ancak bu kaygı olmadan gerçeğe ulaşamayız. Kaygı, gerçeğe ulaşma yolundaki en faydalı yoldaşlarımızdan bir tanesidir. Gerçeğe ulaşma kaygımız olmasaydı zaten böyle bir isteğimiz de olmazdı. Kaygı içinde olmak bizi gerçeğe ulaşmışlık düşüncesinden uzak tutar ve bu yolda ilerlemeye devam ederiz.
Peki düşünmenin inceliklerini bilmeden düşünmek bizi gerçeğe ulaştırır mı? Düşüncelerimize sanki hiç bırakmayacakmış gibi sıkıca sarılmalı mı yoksa onlarla aramızdaki mesafeyi korumalı mıyız? Biz sadece düşüncelerimizden ibaret miyiz? Gerçeğe ulaştığını iddia edip sürekli aynı düşüncede kalan insanlar aslında sadece dogmatizm isimli şeytanın onları kandırmasına izin vermişlerdir. Alman filozof Nietzsche’nin de söylediği gibi “Sabit fikir sahibini hapseder.” Bu öyle bir hapistir ki insan kendisini bir kuş kadar özgür zanneder oysa gerçekte bir labirent faresi gibi kapana kısılmıştır. Sürekli yol kat ettiğini zanneder ama aslında dönüp dolaşıp aynı yere geri dönüyordur. Böyle bir fare olmamak için ne yapmalıyız? Bunun için insanın değişime açık olması ve ona ayak diremesi değil, ayak uydurması gerekir. Değişim problemi üzerinde düşünmüş, bir Antik Yunan filozofu olan Herakleitos bu konu hakkında: “Her şey akar hiçbir şey kalıcı değildir o yüzden aynı dereye iki kez girmek mümkün değildir; çünkü dereye bir kez daha girdiğimde hem ben hem de dere değişmiştir.” diyor. Her şey akıyorsa bizim de bu akışa kapılmamamız mümkün değildir. Bu akışa uyum sağlamazsak tarumar edilen binalardan farkımız kalmaz. Eğer biz bu akışa uyum sağlayacaksak düşüncelerimiz de bu akışa uygun özellikte olmalıdır. Dogmatizm şeytanı bizi kandırmaya çalışırken değişim meleği bizi doğru yola çekmeye çalışır. İnsan olarak şeytan bize daha cazip teklifler sunabilir bu yüzden insan olmaktan daha fazlasını yapmalı ve erdemli bir insan olmalıyız. Peki nasıl erdemli bir insan olabiliriz? Burada erdem derken günümüzde içi boşaltılmış olan erdem kavramından bahsetmiyorum. Günümüzde birçok erdemsiz Erdem’ler vardır. Günümüzde birçok felsefi terimin içi boşaltılmıştır maalesef. Erdem filozoflara özgü bir kavram değildir. Elbette biz filozof olmayan insanlar olarak da bir miktar erdeme sahip olabiliriz. Biz insanlar olarak karşıt ve farklı bir fikir duyduğumuz zaman hemen o kişiye karşı öfkelenmeye, ona fikirlerimizi dikte etmeye başlıyoruz. Erdemli olmak için bu özelliğimizin üstesinden gelmeliyiz. Erdemli olmak birikim isteyen zorlu bir iştir. Bunun için de değişime kucak açmalıyız. Düşünmenin bir ürünü olan ve güvenilir olarak bildiğimiz bilim dahi değişken bir yapıdadır. Bilimin paradigması bunu gerektirir. Eğer aposteriori (deneye ve gözleme dayalı) olarak eskisinden farklı bir bilgiye erişirsek bu bilgiyi uzun bir süre teyit ettikten sonra eski bilginin yerine koyarız. Mesela, Einstein’ın “Genel Görelilik Kuramı” Newton’ın “Kütle Çekim Teorisi”nin yerini almıştır. Eğer Newton ile Einstein aynı dönemde yaşamış olsaydı ve Einstein kendi kuramını Newton’dan sonra ortaya koymuş olsaydı, Newton eğer erdemli bir bilim adamıysa kendi kuramını yadsıyıp bu yeni kuramı kabul etmek durumunda kalırdı. Bilim de felsefe gibi kümülatif (birikimli) özellik gösterir. Ancak felsefede bilimde olduğu gibi kesin kabul edilen doğrular yoktur. Einstein Newton’un görüşünü geçersiz kılmıştır oysa felsefede yıllardır teist – nonteist tartışmalar devam etmektedir. Hala evrensel bir ahlak yasası bulunamamıştır. Günümüzde ideal bir devleti yönetimi yoktur. Böyle olmalıdır da çünkü felsefe sürekli bir arayıştır.
Diyalektik yöntem değişim zemini üzerine oturtulmuş felsefi bir yöntemdir. Tez ve antitez harmanlanarak sentez yapılmaktadır. Karşıtlıkları bir araya getirip onları değiştirerek yeni bilgilere ulaşmamızı sağlar. Yeni bilgiler de yeni sorular sormamıza kapı açar ve değişim devam eder. Gelişim değişim olmadan var olamaz. Diyelim ki matematik alanında kendimizi geliştirmek istiyoruz, bu durumda kendimize yeni bilgiler katmamız belki de sahip olduğumuz yanlış bilgileri doğrularıyla değiştirmemiz gerekmektedir. Eğer ki hiçbir bilgiye sahip değilsek, bu sefer de yeni bilgiler edinerek zihnimizdeki boşluğu doldurmuş oluruz. Böylece zihnimiz bir miktar değişmiş olur. Bir heykeltıraş mermere şekil verip onu bir sanat eserine dönüştürdüğü zaman mermere şekil verip onun formel yapısını değiştirmiştir. Bazı kişiler insanın karakterinin değişmediğini, aksine zaman geçtikçe daha çok kendisi olduğunu söylerler. Ancak bu bir paradokstan ibarettir. İnsanın kendisi olmadığı zamandan kendisi olduğu zamana doğru karakteri değişim göstermektedir. Herakleitos’un söylediği gibi: “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” Etrafımızdaki her şeyin yalnızca görüntülerden ibaret olduğunu, görüntülerin arkasında ise hiç değişmeyen bütüncül bir yapı olduğunu düşünelim. Bu durumda hakikatteki bu yapı değişmez olsa bile bizim algılarımız, zihnimizde oluşan görüntüler değişmektedir. Bu durumda değişimin yadsınamaz olduğu aşikârdır. Değişim hayatın her alanında vardır. Değişime ayak uyduramayanlar ise var olmamaya mahkûmdurlar. Bu yokluk prangalarından kurtulmak kendi ellerindedir. Kimse onlara yardımcı olamaz. Yeterli gücü kendilerinde bulamazlarsa sonsuza dek tutuklu kalacaklardır. Dogmatizm şeytanı daima nöbettedir. İnsanların dertleri aslında ellerine kıymık gibi batan gerçeklerle değil, ciğerlerine hançer gibi saplanan değişimledir. Erdemli bir insan ise bu acıların hiçbirini çekmek zorunda değildir.