Yazar Rumuzu: yaprak5461

 Eser Sıra Numarası: 27022023eser06

 

                                                        ÖN YARGI KAFESİ

  Bu konuya başlamak için ilk önce gerçekliğin tanımını yapmamız lazım. Gerçeklik nedir? Tanımı herkese göre değişse de gerçeklik aslında çoğu kısmını yönettiğimiz olgu topluluğundan ibaret. Bu olgu ve olayları gün içinde yaşıyoruz ve kabulleniyoruz. Çoğu zaman ne yaptığımızı sorgulasak da yaşadığımız evrenin gerçek de olduğuna hep yönelme eğilimindeyiz. Tarihe baktığımızda bile insanın yüce bir varlık, ve yaşamanın nedenlerini aradığını görmekteyiz. 21. Yüzyılda da değişen bir şey yok aslında.  İnsan için gerçek olmayan ve ucu görünmeyen her şey korkutucu olduğundan beri bizler düşüncelerimizin altını dolduracak, hayatımızı anlamlandıracak ve şekillendirecek gerçeklikler aramaya devam ediyoruz. İnancımıza göre hepimiz kadere inandığımızdan beri aslında bağlı olduğumuz değerler bazı gerçeklikleri bizler için ortaya koymakta. Allah tarafından dünyaya inen kutsal kitaplar, elçiler bunları desteklese de bazen işin içine insani duyguları giriyor ve beynin işleyişine ters düşen kısımlar ortaya çıkıyor. Peki ya bu - gerçekler,  ya da senin için olmasa da- gerçek olduğu düşünülen fikirler senin değerlerinle ters düşer ise?  . Tam olarak burada insan iradesi devreye giriyor ve daha nice etkenler. Gerçek olan tek bir şey vardır. Onu bilsen de bilmesen de ikisi de aynı anda doğru olan bir öncül bulamayız.

   Gün içinde gerçeklerime uymayan bir sürü fikir işitmekteyim. Kimileri gerçeği gerçek olarak alırken kimisi bu gerçeği gerçek olarak almaz. Çünkü başkası için ne kadar gerçek olsa da o kişinin ön yargıları ya da inandığı değerleri onu engeller ki bu çok doğal. Tüm dünya aslında bu soruyu kendilerine sormadan yüzyıllarca savaşıp durdu. İnsanlık kendi gerçeklerini inanmayacaklarını bilerek başkasına sürekli dayatmaya çalıştı. Bundan da maalesef ki hep gurur duyuldu ve duyuluyor. Örnek olarak Hristiyanlık. Bugün Afrika ülkeleri 100 yıl önceye kadar insanların kendi gerçeklerini dayatmaya çalıştığı bir kıta olarak kullanıldı. Afrika nüfusunun yarısından fazlası şu an zamanında atalarına ters düşen gerçekleri önemsemek zorunda. Onlar kendilerine uymayan bu gerçeği önemsemediler önemsemek zorunda kaldılar. Tarihsel eleştiri kuramına göre ilerlediğimizde zaman şartlarının bunu gerektirdiğini söyleyebiliriz.  Peki bunu 21. Yüzyıl adına kullanmamız doğru olur mu hadi bunu konuşalım. Öncelikle yaşadığımız yüzyılın olanaklarını hepimiz az çok biliyoruz. Düşünme ve fikirlerini paylaşma özgürlüğümü kullanarak yazdığım bu cümleler aslında çağımızın en büyük silahı. Bugün kimse kimseye yasalar önünde bir şeye inandırmaya zorlayamaz.

   Hep inanç konusundan örnek verdim oradan devam edeyim. İslam dini. Türkiye inanç özgürlüğüne sahip olan bir ülke olarak İslam inancı -2019 verilerine göre- Türkiye’nin %89,5'unu etkisi altına alan bir din. Bu da demektir ki İslam’a inanan insanlar dışında bir kısım da farklı gerçeklere sahip. Fakat bu kişilere kimse İslam dinine inanmaya zorlayamaz. Ki bu zaten o şahıs da ters tepki ya da geri tepki yaratacaktır. Demek istediğim karşı taraftan önemsiz olarak nitelendirdiği gerçekleri alır ve bunu inandığı gerçeklere kanıt olarak kullanır. Örneğin çoğu ateiste, ya da bilimi tanrılaştıran birilerine “Evrim teorisi” yok dersen emin ol ki o kişi bunu “ Evet artık bende öyle düşünüyorum” diyerek karşılamayacak aksine önemli bulduğu ve onun için gerçek olan gerçeği daha çok savunacaktır. Gardını hemen alarak kendi gerçeğini önemsediğini ve karşıdaki gerçeği önemsiz bulduğunu belirtecektir muhtemelen. Ne kadar ilkel bulsak da maalesef insan beyni bu şekilde işliyor.  Mesela bilgisayar ya da Yapay zeka hakkında hiçbir bilgisi olmayan bir insana gelecekte hayatımı ihtiyaçlarımızı yapay zekaya karşılaşacağımız gerçeğini söylersen muhtemelen önemsemez. Çünkü bu konuya ilgisi yoktur ve gereksiz bulur.  Önemsememek ve inanmamak arasında çok büyük bir fark var. İlgini çekmeyen bir gerçeği önemsemezsin, fakat inandığın gerçeğe ters düşen bir gerçeğe inanmazsın. Bu konulara açıklık getirmeden aslında kendi düşüncelerimi belirtmem mantıksız olacaktı. Yukarıda bahsettiğim konulardan farklı bir şey söylemeden. Ben bir gerçeği önemseyip önemsememek konusunda yaşadığımız coğrafya, olgunluğumuzu, ülkemizin tarihi değerleri, düşünce yapısı aynı zamandan inandığımız değerler gibi birçok unsur etkili olduğunu düşünüyorum. O gerçeği önemsiz kılan insanın içinde yaşadığı toplumdan aldığı bir takım ön yargılar aslında. Buradan şunu anladık ki gerçekleri önemsemek tamamen bizim elimizde. Ön yargı kafesine kilitlenmediğimiz sürece herkesin önüne konulan gerçeği önemsemeye devam edeceğini savunmaktayım. Bu demek değil ki toplum, aile değerlerini yok say ve tamamen farklı bir gerçeği önemse. Tabiki hayır. Fakat hepimiz inandığımız gerçeklere taparcasına inandığımız için ve üzülerek söylüyorum ki bazen başka düşüncelere at gözlüğü ile baktığımızdan beri kendi adıma bile bazı gerçekleri önemsemek çok zor geliyor.

   Kendi adıma bu soruyu tam olarak cevaplayamasam da konuya tam manasında açıklık getiremesem de en azından kendimi sorgulamam gerektiğini hissettim. Ön yargı kafesinden hep birlikte çıktığımız anda, baştan beri kendimize sormamız gereken “Gerçek gerçekten gerçek mi?” sorusunu şöyle değiştirerek “İnandığımız ve önemsediğimiz gerçekler gerçekten gerçek mi?” sorusuna cevap aramaya başlıyor olacağız.  İşte o zaman da gerçek dediğimiz şeyler gerçekten gerçek olmaya başlayacak.

 

önceki eser / sonraki eser

Bu blogdaki popüler yayınlar

Finalist Eserler